MAĞFİRETİN GERÇEĞİ

İnsan, bir insan olduğunu ancak muhakeme edilmiş ahlaki eylemleri ile gösterir. Mağfiret
dediğimiz bağışlanma da bu tanıma uyan ve insanı kendi özüne yönelten bir ahlaktır. Bağışlamak ve
bağışlanmak, bizi gerçekten bulunduğumuz konumun ötesinde bir yere taşır. Bunu fiziksel anlamda
değil bilişsel yani ruhsal anlamda karakterimiz üzerindeki olgunluk ile anlayabiliriz. Peki insanın
bağışlaması neden bu kadar zordur? Birini affetmek neden bu kadar güç? Affetsek dahi içimizde
neden bir yara, bir iz kalır? Gelin bu sorulara Allah’ın insanlara göndermiş olduğu kutsal kitaplardan
ayetlerle birlikte bakalım.
İnsanın önce affedebilmek için karşısındaki insanın yerine kendini koyması gerekir. Bir sevdiğiniz
sizin hoşunuza gitmeyen bir hareketi hatayla yaptı diyelim. Öncelikle benzer bir durumun sizin de
başınıza gelebileceğini ve bunun aslında ne kadar doğal olduğunu, insanın yapısının hata yapmaya ne
kadar müsait olduğunu anlamalıyız. Kendimizi karşımızdaki insanın yerine koyduğumuzda tam
anlamıyla insanları affetmeyi ve affedilmeyi anlarız. Peki, gerçek anlamda bağışlanmayı anlamak için
ne yapmamız gerekir? Her yaptığımız eylemin Allah katında bir karşılığı, bir değeri olacağı gibi bu
eylemlerimizin Allah’ın beğendiği ahlaka göre olup olmayacağı da söz konusudur. Çünkü Allah, insana
güzel ahlaklı olmak konusunda her kutsal kitaptan ayetlerle cevaplar vermiştir. Böylece bizim de o
güzel ahlakı özümseyip yaşamak için gayret etmemizi istemiştir. Örneğin Kuran’da ‘’…Bir kötülüğü
bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, güç yetirendir.’’ (Nisa/149), İncil’de ‘’…Günahlarımızı bize
bağışla. Çünkü bize karşılık suç işleyen herkesi biz bağışlıyoruz. Günahla sınanmamıza olanak
bırakma.’’ (Matta 6:9-13, 7:7-11) ayeti ile bağışlama ve bağışlanma vurgulanmıştır. Özellikle Kuran’da
daha çok vurgulanan bağışlama ve bağışlanma dileme, insanın hakkından vazgeçmesidir. İnsanlar
bütün her şeyi yaratanın Allah olduğunu unutarak sıklıkla ‘’O bana böyle yaptı ben neden onu
affedeyim?’’ gibi bir soruyla çıkışırlar. İşte Allah tam da burada bize affetmek ve affedilmenin
birbiriyle ne kadar iç içe olduğunu gösterir. Affetmeden affedilmeyi anlayamayız. Allah bizi bütün
günahlarımıza karşılık bağışlarken ve korurken bizim çok basit dünyevi bir meseleden dolayı
karşımızdaki insanı affetmememiz çok büyük vicdansızlık ve gaddarca bir davranış olmuş olurdu. Hak
neden bizim olsun? Bütün haklar Allah’a aittir. Nasıl ki her şeyi Allah’ın yarattığını rahatlıkla kabul
ediyorsak bütün hakların ona ait olduğunu da kabul edip O’nun buyruklarını eksiksiz yerine getirmek
için gayret etmeyi de kendimize vazife edinmeliyiz.
Affettiğini söyleyip bir süre sonra benzer bir durum yaşandığında tekrar aynı konuyu gündeme
getiren insanın gerçekten affetmediğini, kısaca içine attığını ve bu içine attığı öfkenin aslında onu nasıl
yitirip ona azap verdiğini söylemek zor olmasa gerek. ‘’Güzel bir söz ve bağışlayıcı olmak, ardından
başa kakılarak eziyete dönüşen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç olmayandır,
çok şefkatlidir.’’ (Bakara/263) ayeti bu cümleyi tam anlamıyla tasdik eder. İnsanın gerçekten
benimsemesi gereken hakikat, her olayda şartlar ne olursa olsun Allah’ın hoşnutluğunun yani rızasının
en çoğunu arayıp en hayırlı kararı vermesidir.